16 Nisan 2012 Pazartesi

Geçen hafta Kafe Kedi'de olanlar ...

                                                                    Ferda Koç


Tarih Hakkında Konuşmak Ne Zaman Yorucudur

Bora Erdağı
Kocaeli Kültür Kolektifi Derneği’nin katkıları ve Kafe Kedi’nin ev sahipliğinde yürütülen bahar dönemi etkinlikleri kapsamında geçen perşembe “Thames Nehri’ndeki Kokular ve Buhar Ne İçin?” başlıklı bir panel düzenlendi. Panelin tek konuşmacısı Ferda Koç’tu. Koç konuşmasını Avrupa tarihinin ve dolayısıyla da dünya tarihinin bir kırılma anı olarak Fransız Burjuva Devrimi’nin etkilerinin başka bir forma evrilmeye başladığı 1815-1830 ile 1830-1848 dönemleştirmeleri bağlamında sundu.
Koç’a göre Napoleon Bonaparte’ın düşürülmesi ve dolayısıyla Napolyanik yayılmanın durdurulması ile birlikte Fransa’ya hâkim olan dönem Restorasyon döneminin başlamasına yol açar. Bu, siyasal etkileriyle olduğu kadar, sosyal ve tarihsel kırılmaların yaşandığı bir rekabetçi bir dönemin oluşmasını da sağlar. Sadece Viyana Konferansı’nın sağladığı meşruiyetle BourbonHanedanlığı’nın yeniden iktidara taşınması ve meşruti monarşinin iş başına geçmesi, Restorasyon dönemini tanımlamaz. Asıl mesele “dünya pazarı”nın kurulmasına yol açan bilimsel, iktisadi ve teknolojik yenilenmelerin bu dönemde kendini belirginleştirmeye başlamasıdır. Köle ve sömürge ticaretinin sağladığı ucuz hammadde ve verimli emek-gücü; endüstriyel bitkilerin (pamuk, şeker-pancarı) ve endüstriyel tekniklerin (buhar makinası, çırçır makinası) sağladığı kitlesel ve yoğunlaşmış üretim birleştiğinde yepyeni bir üretim süreci ve buna bağlı olarak üretim ilişkileri gelişmeye başlar. Buharın gücünden yararlanan sanayiciler önce kömür üretiminde, ardından demir-çelik ve nihayetinde demiryolu sektörlerinde inanılmaz hızlı bir şekilde toplumsal hayatın aurasını değiştirirler. Böylece yeni duruma uygun hukuki, sosyal, politik, iktisadi, teknik prosedürler aracılığıyla tarımın rasyonelleşmesi, emek göçünün tazyikinin sağlanması, yoksulluk yasaları dolayımı ile emek disiplinin oluşturulması ve tahıl fiyatlarının düşürülmesi sağlanarak sanayii devriminin kapitalist gelişimi hız kazanmış olur. 1830’lara gelindiğinde ise Restorasyon döneminin sonunu getiren gelişmeler ortaya çıkar. Çünkü 1828’de ortaya çıkan bankerler krizi, vahşice sürdürülen kapitalist sömürü faaliyetlerinin işlerini aksatmaya başlar. İşçi sınıfı burjuvalar karşısında yeni modern sınıflardan biri olarak varolduğunu gösterir. Lyon ayaklanması bu açıdan önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Lyon dokumacılarının gerçekleştirdiği bu ayaklanmanın ulusal ve uluslararası etkisi olur. Bankerler sertleşir, sosyal devrim talepleri havada uçuşur, mali krizin etkisiyle ortaya çıkan işsizlik ile mülksüzleşme ve yoksullaşma ile ortaya çıkan işçileşme bütün bu olup bitenin anlaşılmasında anahtar kavramlar olur. 1834’ten 1848’e kadar bir dizi siyasi unsur, bir dizi politik kararın altına imza atar. Nihayetinde silahsızlanmadan sansüre, yasaklamadan istikrarsızlık ve komploya, muhafazakâr uygulamalardan kıtlığa çoğunlukla tehdit ile ama daha çok sorunların gerçek kaynağını bulmamaya yönelik çok sayıda hükümet iktidar olur. 2. Lyon Ayaklanması artık işçi sınıfının tam anlamıyla burjuvalarla karşı karşıya geldikleri bir dönemi başlatır ve kapitalist modern siyasete karşı yeni bir siyasetin olanakları el yordamıyla bulunmaya çalışılır. Saint Simon, Louis Blanqui, Louis Blanc, Pierre J. Proudhon dönemin önemli liderleridir. 1848 Şubat’ında hanedanın tahtının sarayın bahçesinde yakılması ile Fransa tarihi aristokrasinin etkisizleşeceğigeri dönüşü olmayan bir yola; burjuvaların, köylülerin ve işçi sınıfının var olduğu bir yeni döneme tamamen yelken açmış olur.
Fransa’da bunlar olurken ada ve kıta Avrupası’nda da oldukça dinamik bir süreçler yaşanmaktadır. Koç’un anlattığı süreç 1848 Şubat- Mart Fransa Sosyal Cumhuriyeti’ne nasıl gelindiği meselesidir. Oysa aynı dönemde Alman Burjuva Devrimi ve Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri (Macaristan ve Çekoslovakya) de vardır. Ada Avrupa’sında ise İrlanda meselesi ile birlikte yukarıda ifade ettiğimiz benzer süreçler deneyimlenmektedir. Öyle ki İngiliz İstatistik Kurumu’na göre 1830-1840 yılları arasında kadınların yaş ortalaması 20, erkeklerin yaş ortalaması 24’tür. Süresiz işçilik, fahişelik, açlık ve kıtlık diz boyu olmasına rağmen laissezfaire, laissezpasser (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) ifadesini dillendirenler kazanmaya devam etmektedir.
Koç’un sunumuna dair yaptığım aktarımdan da anlaşılacağı üzere, konuşması oldukça ayrıntılıydı. Belki bir o kadar da siyasal-sosyal-tarihsel gelişmeleri birbiri içine geçirdiği için izlemesi yorucuydu. Fakat bu, Koç’un hatası değil. Çünkü olayların özgüllüklerini değerlendirirken genel bir resmi göz ardı eden, sadece hakiki olduğu varsayımı ile ortada duran bazı belgelerden hareketle vakanüvislikten öteye geçemeyen tarih yazıcılığı ve ona inanmış kitlelerin genel sorunu. Bir başka ifade ile tarihi sadece bazı kahramanlıklar ve tarihlerden ibaret sayan bir yaklaşımın sorunu. Elbette bunda “modernizasyon” çabası adına olayların özgüllüğünü göz ardı ederek genel çıkarımların bütünlüğüne odaklanan ve böylece tarihin bazı kavramsal önyargıların evi olarak kuranların da payı var, hem de azımsanmayacak kadar. İlkine meslekten (amatör ya da akademisyen) tarihçiler, ikincisine sosyologlar, felsefeciler, siyasetçiler daha çok düşüyor. Oysa Koç’un konuşması başka bir tarz tarih yazımının ve tarih düşüncesinin yaşayanları besleyebileceğini gösteriyor. Bu yüzden böylesi bir tarih yazıcılığı ve tarih konuşması yorucu olmak durumunda kalıyor. Çünkü tarih kendi önyargılarımızı beslemek için değil, yargılarımızı reel olana yaklaştırmak ve değiştirmek için var.




Göçteki Kerameti Bulmak
Büşra Özcan

Kafe Kedi ve Kocaeli Kültür Kolektifi Derneği tarafından düzenlenen panel dizisinin Güncel Tartışmalara Yakınlaşmak ana başlığı altında düzenlenen panellerin ikincisi “Sınırların Terbiyesi: Göç ve Göçmenlikteki Keramet” 12 Nisan’da Aytekin Yazgan Sergi Salonu’nda gerçekleştirildi. Bilgi Üniversitesi’nden Pınar Uyan Semerci ile Göçmen Dayanışma Ağı’ndan Fırat Genç’in konuşmacı olarak katıldığı panelin moderatörlüğünü Aras Ergüneş yaptı.

“Toplumsal hafızada her zaman bir göç ve göçmenlik hikâyesi vardır” diyerek sözlerine başlayan Semerci, Türkiye’de yaşayan hemen hemen herkesin göçle uzaktan yakından bir ilişkisi olduğunu, nitekim bu durumun yansımalarının edebiyat ve sinema başta olmak üzere tüm sanat dallarında gözlenebileceğini söyledi.

Türkiye’nin artık yalnızca göç veren değil aynı zamanda göç alan bir ülke de olduğunun altını çizdiği konuşmasında Semerci’nin üzerinde durduğu konular toplumsal uyum, enformel göçler ve göç öykülerini belki de en çok omuzlarında taşıyan çocuklar, kadınlar, babalar oldu. 

“Türkiye bir kapı mı kale mi?” sorusunu sorarak sürdürdüğü konuşmasına Türkiye’nin konumu itibariyle transit göçe çok uygun bir ülke olduğunu belirterek devam eden konuşmacı göçün ve göçmenliğin yeni yeni konuşulan ve medyada yer almaya başlayan konular olduklarından söz etti. Irak, Afganistan, Suriye gibi ülkelerden gerçekleşen göçler ve bilinen ancak tanınmayan, kayıt dışı durumdaki kişiler için yeni düzenlemelerin yapılması gerekliliği konuşmada vurgulanan konu başlıklarındandı.

Semerci konuşmasının iç göç ağırlıklı ikinci bölümünde ülkenin yarısının doğduğu yerden farklı bir yerde yaşadığını, bu durumun toplumsal yaşamda bireyler arasında duygudaşlık kurmayı kolaylaştırabileceğini ve böylelikte daima olumsuzluk üzerinden tanımlanagelmiş olan “göç”ün “keramet”inin ortaya çıkabileceğini anlattı.


Göç yaşayan ailelerde çocukların okula gitmeme oranının istatistikî olarak yüksek olması, çocukların üçte birinin kendilerine ait yataklarının dahi bulunmaması, kız çocuklarının kendilerini ev içi bakım, erkek çocuklarının ise para getirilecek işlerde çalışmak zorunda hissetmesi gibi travmaları yaşıyor olan görünmeyen bir kitlenin olduğunu anlatan Pınar Uyan Semerci, “genç olamayan gençler”den söz etti ve belediyeler ile sosyal hizmet kurumlarının konuya eğilmelerinin gerekliliğinden bahsederek konuşmasını sonlandırdı.

“Göçmenlikteki kerameti nasıl bulabiliriz?” sorusunu sorarak konuşmasına başlayan Fırat Genç ise göçmenlerin devlet politikalarının nesnesi olmasını eleştirerek göçün akademik ve akademi dışı platformlarda tartışılmasının önemi üzerinde durdu.

“Kapitalizmin tarihi göçün de tarihidir” diyen Genç’in konuşmasının çerçevesini dış göç, mültecilik, sığınmacılık, düzenli ve düzensiz göçmenlik kavramları oluşturdu.
 Türkiye’nin de katılımıyla 1951 yılında imzalanan Cenevre Sözleşmesi’nde ulusların politik veya askeri çatışmaların sonrasında gelen göçmenlere kapılarını açacağı maddesinin var olduğunun ancak bu maddenin yalnızca Avrupa Konsey ülkelerinden gelen göçmenlerin iltica hakkına sahip olmasına izin verdiğinin, bu sebepten dolayı da Türkiye’de “mülteciliğin” neredeyse olmadığının anlatıldığı konuşma sağlık ve eğitim gibi haklardan yararlanabilmek için ikametgâh sahibi olabilen nüfusun çok az olduğunun belirtilmesiyle devam etti.
 Katılımcıların sorularını sormaları ile süren ikinci bölümde ise göçmenlik mücadelesinin ne şekilde verildiğine dair yanıtlar arandı. Genç, sol liberal bakış açısının göçmenliğe, kadınlık ve eşcinsellikte sürdürülegelindiği gibi bir “mağduriyet” olarak baktığını ve bu bakış açısının amacının mağduriyetin sınırlarını daraltmaya yöneldiğini belirtti. Göçmenlik ve kapitalizm arasındaki bağa dikkatleri yeniden çeken konuşmacı, göçmenlerin yaşadığı sorunlara ulus – devlet bağlamında herhangi bir çözüm bulunabilmesinin imkânsızlığına sözlerinde yer verdi. Panel, siyasal bir sesin çıkmasının önemi ve daha farklı bir dünya için göçmenlik ile diğer sorunlar arasında kapsayıcı bir bakış açısı geliştirilmesi gerekliliğinden söz edilerek sonlandırıldı. 

                                                                                                                                    Gaye Boralıoğlu

Kocaeli Kültür Kolektifi Derneği, Edebiyat Matinesi başlığı altında düzenlediği söyleşilerin ikincisini 13 Nisan Cuma günü saat 18:30’da Kafe Kedi’de gerçekleştirildi. Dinleyicilere yazarları yakından tanıma, kitaplarıyla ve yazarlık serüvenleriyle ilgili sorular yöneltme fırsatını sunan Edebiyat Matinesi’nin bu haftaki konuğu Gaye Boralıoğlu oldu.
Atıf Yılmaz´ın yönettiği Eylül Fırtınası adlı filmin senaryosunu kaleme alan, Bir lstanbul Masalı ve Zerda gibi dizilerin senaryo İstanbul de yer alan Boralıoğlu’nun üç kitabı var: Aksak Ritim(2009), Meçhul(2004) ve Hepsi Hikaye(2009).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder