Metin Boran Evrensel’deki köşe yazılarının
birinde Tiyatro hakkında şunları söylüyor; “Tiyatro doğru düşünmenin yolunu açar, soru sordurur, eleştiriye
yöneltir, tedirgin eder, kaygılandırır. Tiyatro iktidarın yönetim
tarzını tartışmaya açar.Tiyatro baskı rejiminin sürekliliği adına oluşturulan
faşizan dili ve retoriği reddederek, kendi özgürlük alanının sınırlarını
genişletme adına özgür eylemlerde bulunur.Bu eylemi gerçekleştirirken tiyatro,
baskıcı kurumsal yapının aparatları haline gelmiş şahsiyetleri rencide
eder.Tiyatronun sahnede oluşturduğu ‘özgür söz’, egemenlerin fincancı
katırlarını ürküttüğü için yasaklanır, sansürlenir ya da görevini yerine
getirmesi engellenir.Hüküm süren iktidarın geçerli ahlaki kodlarına uymayan bir
sanat pratiği, çeşitli gerekçelerle gözden düşürülür, itibarsızlaştırılır ve
toplumsal hayattan tecrit edilir.”
Boran’ın
özelde tiyatro için yaptığı bu
değerlendirmeyi sanat olarak genelleştirdiğimizde doğası gereği muhalif olan gerçek sanat ile iktidar arasındaki ilişkinin gerilimli
ve zaman zaman çatışmalı olduğu görülür.
Yakın zamanda Başbakan Erdoğan’ın
Devlet Tiyatrolarının özelleştirilmesi
tartışmaları sırasındaki sözleri açık ve
net bir biçimde bu çatışma ve mücadeleyi göz önüne sermiştir.
Tartışmaların
yaşandığı dönemde Erdoğan şöyle
seslenmişti sanatçılara: “Soruyorum siz kimsiniz? Bu ülkede sanat sizin
tekelinizde mi? Geçti o günler. Artık despot aydın tavrıyla parmağınızı
sallayarak bu milleti aşağılama dönemi geride kaldı. Gelişmiş ülkelerin hemen
hepsinde devlet eliyle tiyatroculuk olmaz. Ben Kadir Bey’i tebrik ediyorum.
Aynı şeyi Bakanlar Kurulu’na getireceğim. Tiyatroları özelleştirmek suretiyle
buyurun tiyatrolarınızı istediğiniz gibi oynayın. Destek gerekirse biz de
istediğimiz oyunlara sponsor oluruz. Buyurun işte özgürlük. Ama kusura bakma
geleceksin hem belediyeden maaşını alacaksın ondan sonra da yönetime istediğin
gibi verip veriştireceksin. Olmaz öyle şey.”
Olmaz tabi. O yüzden baskıcı rejimlerde sanat adına
yapılması gereken “muhafazakâr sanat”tır.
Nasıl birşeydir muhafazakâr sanat? Böyle
bir sanatın yaratıcısı ve
izleyicisi kimler olacaktır?
Yavuz Pak Mimesis’te yayınlanan yazısında şöyle tanımlıyor muhafazakâr
sanatı; “Hegemonya mücadelesi alanının bir uzantısı olarak, muhafazakâr sanat,
düzenleyici ve baskıcı bir kumpanyadır:
Karşısında sakız çiğneyen seyircisine el pençe divan duran, cinselliği
repertuvarından kazımış, parasını veren iktidara, hamisine boynu kıldan ince, muhafazakâr
ve liberal değerleri ezber etmiş, muhalif tek söz etmeyen bir sanat ve onu icra
edecek kendisine ve sanatına ihanet etmiş sanatçılar yaratmaktır
hedeflenen…Doğal olarak, bu kurgu ancak totaliter bir ortamda hayat bulabilir.
Siyasal erk tarafından şekillendirilen despotik bir yaklaşımın, ‘muhafazakâr
sanat’ tanımlamasıyla meşrulaştırılması tam da bu noktaya denk düşer. Nitekim,
önceleri içine tükürülen heykellerin yerini, ucube ilan edilerek yıkılan
heykellerin alması tesadüf değildir.”
Peki, ne yapmalı gerçek sanatı yaşatmak ve daha etkili
kılmak adına? Bu soruya yanıt arayan
Niyazi Selçuk ve arkadaşları “Kamusal Sanat
Loboratuvarı” loborantları olarak topluma ve toplumsal sorunlara daha
fazla temas eden muhalif bir sanat anlayışıyla alternatif
sanat pratiklerini ve ürünlerini
ortaya koyuyor. Laborantlar yapmakta
oldukları etkinliklerle sanatı politik olanın içine yerleştirirken aynı zamanda
sanatın piyasalaşmasına karşı mücadele
ediyorlar. 11 Ekim 2012 Perşembe günü 19.00’da tüm bu bunları tiyatro eleştirmeni Metin Boran ve tiyatro sanatçısı Niyazi Selçuk’la
tartışmak üzere herkesi Kafe Kedi’ye bekliyoruz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder